Türkiye’de gazeteciler; “Soruşturmalar, tehditler, engellemeler ve ihlallerle karşı karşıya”
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütü ile Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın yayınladığı raporlara göre Türkiye, ‘basın özgürlüğü’ sıralamasında 180 ülke arasında 149’uncu yer alırken, son 1 yılda birçok gazeteci yaptığı haberler nedeniyle ya özgürlüğünden oldu ya da birçok dava, engelleme veya soruşturmayla karşı karşıya kaldı. Mevcut durumun gazetecilik faaliyetlerini nasıl etkilendiğini sormak üzere Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu ve Deutsche Welle Türkçe muhabiri Alican Uludağ ile konuştuk.
Türkiye’de basın sektöründeki mevcut sorunlar hakkında konuşan Terkoğlu ve Uludağ, yaptıkları haberler nedeniyle türlü soruşturmalar ve davalarla mücadele etmek zorunda kaldıklarını belirterek, ‘özgür’ hissetmediklerini söyledi.
EGEHAN ERKÜN
Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) örgütü tarafından her yıl güncellenen Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ne göre Türkiye 2022 yılında bir önceki yıla kıyasla 4 basamak yükselerek 180 ülke arasında 149’uncu sırada yer aldı.
3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde yayınlanan rapora göre Türkiye; 4 basamak yükselmesine rağmen Libya, Somali ve Ruanda gibi ülkelerin gerisinde kaldı.
Türkiye’nin mevcut basın özgürlüğü durumu bu sonuçla birlikte diğer 42 ülkeyle beraber “kötü” olarak kategorize edildi.
Türkiye 2005 yılından bu yana ilerleme kaydedemedi
2005 yılında yayımlanan endekste 98. sırada yer alan Türkiye, listedeki yerinde sürekli düşüş yaşamış, gazeteciliğe yönelik yoğun ve çeşitli baskılar nedeniyle 2010’da 138, 2015’te 149, 2020’de 154’üncü sıraya gerilemişti.

Aynı tarihte Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın (TGS) yayınladığı bir başka raporda da Türkiye’deki gazetecilere dönük hak ihlalleri, engellemeler ve medya kuruluşlarına yönelik baskılara değinildi.
26 gazeteci tutuklu
TGS’nin 2021 ve 2022 yıllarını kapsayan Basın Özgürlüğü Raporu’na göre, 26 gazeteci yaptığı haberler nedeniyle cezaevinde tutuklu bulunuyor.
Raporda, son dönemlerde pandemi kurallarının yurt genelinde esnetilmesine rağmen cezaevindeki tutuklu gazetecilere yönelik, salgın kuralları gerekçe gösterilerek çeşitli hak ihlallerinde bulunulduğu da belirtildi.

Sendikanın raporunda yer alan bilgilere göre söz konusu ihlaller; nakil talebini reddetme, denetimli serbestlik hakkının engellenmesi, ailelerle görüş izninin engellenmesi, dışarıdan haber alınamaması ve sağlık hizmetlerine erişimin engellenmesi gibi yöntemlerle gerçekleştiriliyor.
Gazeteciler en çok ‘terör’ suçlamalarıyla yargılanıyor
Raporda, gazetecilerin en çok ‘silahlı örgüt üyeliği’ ile ‘terör örgütü propagandası yapmakla suçlandığı bilgisi yer alıyor. Verilere göre, son 1 yılda 31 gazeteci toplamda 52 gün gözaltında kalırken, 60 gazeteci hakkında ise gazetecilik faaliyetleri nedeniyle soruşturma açıldı.
128 davada 273 gazeteci yargılanırken, gazeteciler toplamda 75 yıl 5 ay 26 gün hapis cezasına mahkum edildi. Yargı süreçlerinin yanı sıra 54 internet gazetesi ve bin 355 haber içeriği ise erişime engellendi.
Öte yandan son 1 yılda Radyo Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) gösterdiği gerekçeler kapsamında, çeşitli muhalif televizyon kanallarına, 61 ayrı karar ile toplamda 10 milyon 427 bin 902 TL idari para cezası verildi.
Terkoğlu: “10 yıl önce de günümüzde de aynı şeyleri konuşuyoruz”
RSF ile TGS’nin raporlarında yer alan verilerin ve sektördeki ‘özgürlük’ sorunlarının gazetecilere yönelik etkilerini öğrenmek üzere Cumhuriyet gazetesi yazarı Barış Terkoğlu ve Deutsche Welle muhabiri Alican Uludağ ile konuştuk.

Daha önce gazetecilik faaliyetleri nedeniyle 23 ay cezaevinde kalan Terkoğlu, hakkında açılan soruşturmalar ve davalar nedeniyle zaman zaman oto sansür yapmak zorunda kaldığını ifade ettiğini söylerken, yine birçok soruşturma ile mücadele ederek mesleğini sürdürmeye çalışan Uludağ ise oto sansür yapmadığını ancak mevcut tablodan ‘rahatsız’ olduğunu ve temkinli davranmak zorunda kaldığını dile getirdi.
Sınır Tanımayan Gazeteciler örgütünün 2022 Dünya Basın Endeksi raporunu yorumlayan Terkoğlu, 10 yıl önce de aynı sorunları dile getirdiklerini belirterek, bu alanda aradan geçen uzun zamana rağmen ilerleme kaydedilemediğine dikkat çekti.
Hukuksuzlukları ve usulsüzlükleri ortaya çıkardıkları için gazetecilerin sürekli baskı altında olduğunu belirten Terkoğlu, şöyle konuştu:
“10 yıl önce tutukluyken yine aynı konuyu konuşuyorduk. Yine dünyada en çok tutuklu gazeteci Türkiye’de listeleri açıklanıyordu. Hatta bunun üzerine terör davalarıyla muhatap oluyordu gazeteciler. Dünyada da yine en çok terör davası Türkiye’deydi. Bunu mahkeme salonunda anlatıyordum. Ben o zaman hakime ‘Ya Türkiye topraklarında insanları teröre teşvik eden bir şey var ya da Türkiye’de yargı; gazetecileri susturmak, yazarları incitmek, bazı politik sorunları başka yöntemlerle çözmek için araç olarak kullanılıyor. İki ihtimalden birisi. Sizce hangisiyse doğrusu o’ demiştim. Bence ikincisi doğru. Basın özgürlüğü dediğimiz şey, toplumun özgürlüğünden pek de farklı değil. Bu kadar yıllık gazetecilik hayatımda basın özgürlüğünün olduğu ama diğer özgürlüklerin olmadığı bir yer bilmiyorum. Veyahut diğer özgürlüklerin çok genişlediği ama basına özgürlük verilmediği bir yer de bilmiyorum. Çoğu zaman birbirleriyle çok ilintili şeyler.”
“Gazeteciliğin hedef alınması bir cinayet tanığının ortadan kaldırılması gibi”
İktidarın gazeteciliği hedef alarak aslında bütün ülkeye bir ‘özgürlük’ mesajı verdiğini belirten Terkoğlu sözlerini şöyle sürdürdü:
“Mesela yolsuzluk yapan politikacılar, yaptıkları yolsuzlukların açığa çıkmasını istemezler. Bunu açığa çıkarabilecek en büyük güçlerden biri basın. Hedef alınmasının nedeni bu. Veya devlet için zaman zaman çeşitli örgütlenmeler, çeteleşmeler olur. Her zaman tartışılıyor bu. Bunların deşifre edilmesini istemezler. Yine burada da gazetecileri en çok hedef alırlar çünkü onlar bunları açığa çıkarırlar. Bu nedenden ötürü basın özgürlüğünün bütün özgürlüklerle ilgili olduğunu düşünüyorum. Gazeteciliğin, özgürlükleri ortadan kaldırmak isteyenleri hep deşifre ettiği için, hep suç işleyenleri açığa çıkardığı için diğer özgürlüklerden ayrı olarak şöyle bir muameleye tabi tutulduğunu düşünüyorum: Tıpkı bir cinayetin tanığı gibi ortadan kaldırılmaya çalışılan bir meslek olduğunu düşünüyorum bu tür ülkelerde. Bu nedenle gazeteciliğin hedef alınmasının aslında bütün ülkenin özgürlüğü adına mesaj içerdiğini düşünüyorum.”
“Basın; renkliliğini, gücünü ve iktidar karşısındaki pozisyonunu kaybetti”
Türkiye’de 10 yıllık süreçte basının renkliliğini, gücünü ve iktidar karşısındaki pozisyonunu kaybettiğini söyleyen Terkoğlu, sektörde yaşanan değişimle ilgili şunları söyledi:

“Ben 10 yıl önce 19 ay hapis yattım. Geçen yıl da 4 ay hapis yattım. Daha ucuz kurtulmuşum gibi görünüyor. Ama baktığım zaman 10 yıl önce Türkiye’de daha çok alternatif medya vardı. Mesela merkez medya diye bir gerçeklik vardı. Bu merkez medyada farklı görüşler birbiriyle tartışabiliyordu. Bütün bunların ortadan kalktığını görüyorum. 10 yıl önce de çok kötü olmakla birlikte, 10 yıl önce de tutuklamalar olmakla birlikte, basının; kendi renkliliğini, gücünü, iktidar karşısında pozisyonunu kaybettiğini düşünüyorum.”
“Bir kitap yüzünden, isim vermememe rağmen hakkımda 33 soruşturma açıldı”
Terkoğlu ayrıca haberlerini ve yazılarını kaleme alırken zaman zaman ‘oto sansür’ yapmak zorunda hissettiğini belirtti. Yargıyla karşı karşıya gelmemek için açıkça isim vermemek, yazılarını ima ederek yazmak gibi yöntemlere başvurduğunu vurgulayan Terkoğlu, sözlerine şöyle devam etti:
“Zaman zaman otosansür yapmak zorunda hissediyorum. Genelde ‘hayır hissetmiyorum’ derler. Ben mesela çok yargılanan bir gazeteciyim. Oto sansür yapıyorum ama bir gerçeği söylememenin oto sansürü değil. Tamamen birçok meseleyi nasıl yargılanmadan ifade edebilirim oto sansürü… Cendere kitabını Barış Pehlivan ile birlikte yazdık. Bana yalnızca o kitaptan tam 33 tane soruşturma açıldı. Ve en çok soruşturma açılan bölümde oto sansür yapmışım. Şikayetçinin adını, tanıkların adını yazmamışım. Tamamen isimsiz bir hikayeden 33 tane soruşturma açıldı. Bu durum bana kaçınılmaz bir şey ortaya koydu. Ben bir realiteyi nasıl yargı ağına takılmadan ifade edebilirim diye düşünüyorum. O yüzden evet ben her şeyi ifade ediyorum ama öyle bir şekilde ifade ediyorum ki bazen isimleri saklayarak ama ima ederek, bazen açık yazmayarak ama göstermeye çalışarak yapıyorum bunu. Benim bu konuda tek kriter aldığım konu yargıyla yüz yüze gelmeme politikası diyebilirim.”
“Hapisteyken de hak ihlalleriyle karşı karşıya kalıyoruz”
Gazetecilerin, çalışırken yaşadığı baskı ve tehditlerin yanı sıra hapisteyken dahi hak ihlallerine maruz kalmaya devam ettiğini belirten Terkoğlu, 23 aylık cezaevi sürecinde yaşadıklarını şu cümlelerle aktardı:
“Tutuklanmanın dahi aşamaları var. Mesela hücrede tek başına kalmak. Bu bence tutuklanmanın katmerlisi. Bu tür hak ihlalleri ile karşılaştım. İki kez cezaevine girdim, ilkinde koğuşta kaldım. İkincisinde tek başıma tecrit altında kaldım. 4 ay boyunca yalnız başıma yaşadım. Bu katmerlenmiş bir hapishane deneyimi. Hapishanenin içinde de karşılaşılan hak ihlalleri var. Örneğin kimi zaman kitaba ulaşamamak. Buna ilişkin bile kısıtlamalar getirildi. Ben cezaevinde yazı yazmaya devam ettim. Ulaştırma krizleri çıktı. Bunu yazmanı istemiyorlar cezaevinde. Bunun gibi şeylerle karşılaştım.”
“Siyasetçiler işten kovulmam için çalıştığım kurumu arıyor”
Öte yandan iktidarın yargı yoluyla gazetecilere yönelik ‘yıldırma’ politikası uyguladığını söyleyen Terkoğlu, hakkında açılan soruşturmalar nedeniyle defalarca kez adliyeye gitmek zorunda kaldığını ve türlü tehditlere maruz kaldığına dikkat çekti.
Terkoğlu, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle maruz kaldığı baskıları şu şekilde özetledi:
“Çoğu zaman yargı eliyle yıldırma politikasına maruz kalıyorum. Bu çok spesifik bir şey ve anlaşılamıyor. Türkiye’de ya tutuklusun ya da değilsin diye değerlendiriliyor. Örneğin bir kitaba 33 tane soruşturma açılması, bu ne demek biliyor musunuz? 33 kere adliyeye gitmek demek. 33 yargılamanın duruşmalarını takip etmek demek. Doğal olarak yargı eliyle taciz etmek bu. Bunun ötesinde tehdit edildim. Sıradan insanları saymıyorum ama bizzat politikacılar tarafından tehdit edildim. Çoğu zaman işten kovulmam için çalıştığım yerler arandı. Ayrıca hapis yattığım davaların ikisinden de beraat ettim. Devlete tazminat davası açtım ve devam ediyor. Ama bunun ötesinde soruşturmanın gizliliğini ihlal, hakaret, kamu görevlisini hedef göstermek gibi çok sayıda sudan davalarla muhatap oluyorum. Bir ceza aldım mı, hayır almadım. Düşünün ki karşınızdaki politik ve iktidara yakın bir kimlikse çok kolay tazminat cezaları veriyorlar ve bu gazeteciler için çok zor durum.”
“Tekrar cezaevine girmekten hiç korkmuyorum”
Terkoğlu, yaşadığı hak ihlalleri, baskı, tehdit ve yıldırma politikalarının ardından “Tekrar cezaevine girmekten korkuyor musunuz?” sorumuza şu yanıtı verdi:
“Tekrar cezaevine girmekten hiç korkmuyorum. Hatta eskisinden daha az korkuyorum. Şöyle ki insanın korkuları çoğu zaman yaşamadığı şeylerle alakalıdır. Ben cezaevine girip çıktıktan ve deneyimledikten sonra benim adıma başarılabilir ve göğüslenebilir bir yük olduğunu gördükten sonra rahatladım. Açıkçası cezaevini biliyorum, tanıyorum ve nasıl altından kalkacağımı biliyorum. Zaten korkmadığım için ikinci kez girdim. İçeri girmemenin bir yolu vardı. Çoğu zaman ya yazmazsınız ya da kaçar gidersiniz. Ben ikisini de yapmadım.”
Terkoğlu, hukuki haklarını bilmesinin gazeteciye ne gibi kazanımlar sağladığını sorduğumuzda ise şu ifadeleri dile getirdi:
“Ben iletişim fakültesi mezunu değilim. Dünyaya tekrar gelsem yine gazeteci olurdum. Ama hangi mesleği okursunuz derseniz iletişim demem, hukuk derim. Hukuk bilmek gazeteciye çok büyük bir avantaj sağlıyor. Bir kere her şeyden önce cezaevine girip çıkabilirsiniz. Avukatlar, cezaevine ziyaretçi olarak, izin almadan, herhangi bir tutukluyla rahatça görüşebilme hakkına sahip olan bir mesleğin mensubu. Öte yandan hukuk bilmek, suçla ve suçluyla uğraşıyorsanız veyahut politika yargıyı size karşı kullanılıyorsa sizi hem kendinizi korumak hem de neyin suç neyin suç olmadığını ayrıştırmanızı sağlıyor.”
“Meslek örgütlerince daha yüksek profilli işler yapılmalı”
Öte yandan Terkoğlu, Türkiye’de basın mensuplarının haklarını savunmak için kurulan meslek örgütleriyle ilgili düşüncelerini de aktardı. Terkoğlu, meslek örgütlerinin hak savunuculuğu adına yürüttüğü çalışmaların çok değerli olduğunu fakat yeterli seviyede olmadığı görüşünü paylaştı.
Terkoğlu konuyla ilgili, “Meslek örgütlerinin çalışmalarının hepsini kıymetli buluyorum. Yanımızda olmaları çok değerli. Davaları takip edip, cezaevine ziyaretlerde bulunuyorlar. Hukuki destek de veriyorlar. Kimi zaman gazetecilerin yargılandığı davaları uluslararası alanlara taşıyorlar. 10 yıl önce tutuklandığımda bunun örneklerini yaşadım. Bunları yapıyorlar ancak eksik olan bir şey var. Biz yazmaya devam edeceğiz. Biz gazetecilik yapmaya devam edecek miyiz, edeceğiz. Baskıyla karşılaşacak mıyız, karşılaşacağız. Yargılanacak mıyız, yargılanacağız… Bütün bunları göğüsleyecek bir strateji ortaya koymaları lazım. Mesela tazminat davalarını karşılayacak bir gazetecilik fonu olmalı. Büyük bir hukuki destek olmalı. Ya da siyasi iktidarla uzlaşma yoluna başvurmalılar. Davaları karşılayacak, saldırı olduğunda destek olacak veya bütün bunları değiştirecek yasal düzenlemeleri yapacak… Deniz yıldızlarını denize atmak çok kıymetli ama onların karaya vurmamasını sağlayabilecek bir strateji için daha yüksek profilli bir iş yapmak gerekiyor” şeklinde konuştu.
Uludağ: “Asıl engellenmek istenen halkın bilgi edinme hakkı”
Yargı alanında yaptığı haberler ile tanınan Deutsche Welle Türkçe muhabiri Alican Uludağ ise Türkiye’de gazetecilere yönelik gerçekleştirilen hak ihlalleri, baskı ve yıldırma politikalarını şöyle değerlendirdi:
“Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü konusunda geriye gidişi, yalnızca bu alanla sınırlandırmamak gerekiyor. Çünkü Türkiye, şu an fiili bir olağanüstü hal rejimi ile yönetiliyor. Tek bir kişinin otoriter yönetimi altında yaşadığımız için, bu durum her alana baskı olarak yansıyor. Yalnızca gazeteciler değil, akademisyenler, avukatlar, hakim ve savcılar, meslek odaları, siyasi partiler bu baskıyı sonuna kadar yaşıyor. Çünkü yaratılan yeni rejim, baskı ve sindirme ile bütün demokratik kurumları kontrol altında tutmak, ezmek ve böylece kendi iktidarını korumak istiyor. Basın özgürlüğünün Türkiye’de yok edilmesi de bu sürecin parçası. Peki, neden basın özgürlüğü özellikle hedefte? Çünkü, bu iktidar sorgulayan, eleştiren, gerçeği ortaya çıkaran gazeteci istemiyor. Bu noktada asıl engellenmek istenen halkın bilgi edinme hakkı. Gazeteciler ne kadar halka gerçekleri az aktarırsa, iktidarın yanlış politikaları, zamlar, yolsuzluklar ve hayat pahalılığı halktan o kadar saklanır. Diğer taraftan iktidarın kontrol ettiği basın yayın organları eliyle de halka karşı propaganda yapılıyor.”
“Bu karamsar tablo yılgınlığa neden olmamalı”
Son yıllarda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a muhalif bir soru sorulmamasının dahi basın özgürlüğünün baskı altında olduğunu kanıtlar bir durum olduğunu belirten Uludağ, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bugün RTÜK, Basın İlan Kurumu gazete ve televizyonları sindirmenin birer aparatı haline gelmiş durumda. Keza, yargı da temel hak ve özgürlüklerin güvencesi olması gerekirken, ceza hukukunu gazetecilerin üzerinde baskı aracı olarak kullanmanın bir aracı. Yine basın özgürlüğünün sınırları o kadar daraltılmış ki örneğin basın kartları, İletişim Başkanlığı tarafından tamamen keyfi şekilde yandaşlarına verirken, iktidarı eleştiren basın yayın organlarına verilmiyor. Gerçek gazetecilerin başta Cumhurbaşkanı ve bakanlar ile diğer devlet kurumlarının faaliyetlerini izlemesi, halk adına burada soru sorması da maalesef mümkün değil. Siz, son yıllarda Erdoğan’a muhalif bir gazetecinin bir basın toplantısında soru sorduğuna şahit oldunuz mu? İşte bu bile tek başına ülkede basın özgürlüğünün ağır baskı altında olduğunu ve sınırlandığının göstergesi. Ancak bütün bu karamsar tablo, yılgınlığa neden olmamalı. Bütün gazeteciler, yalnızca gerçeğe, halkın haber alma hakkına ve vicdanlarına duyduğu sorumluluk gereği cesaretle görevlerini yapmalı.” dedi.
“Hakkımda 20’ye yakın soruşturma var, tehdit edildim, hedef gösterildim…”
Uludağ da Terkoğlu gibi gazetecilik kariyeri boyunca çeşitli hak ihlalleri ve baskılarla karşı karşıya kaldığını söyledi. Hakkında birçok soruşturma açıldığını belirten Uludağ, bunun yanı sıra birçok engellemeye de maruz kaldığını vurgulayarak şöyle konuştu:
“Bugüne kadar hakkımda 20’ye yakın soruşturma açıldı. Bunlardan 10 tanesi davaya dönüştü. Örneğin ABD’li Rahip Brunson’un tahliye edilmesinin siyasi olduğunu yazmam nedeniyle TCK 301’den, Gar katliamında polisin ihmalini ortaya koyan belgeleri yazdığım için ve Saray’a çıkan başsavcıyı eleştirdiğim için Terörle Mücadele Kanunu’na muhalefetten davalar açıldı. Bu davaların 8’inde beraat ettim. İki davada ise 10’ar ay hapis cezasına çarptırıldı. İki karar da ertelendi. Tabi, yalnızca davalarla karşılaşmadım. Birçok haberime erişim engeli getirildi. Adalet Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Ankara Adliyesi’ndeki basını bilgilendirmek amacıyla açılan whatsapp gruplarından yaptığım haberler nedeniyle çıkarıldım. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Yargıtay tarafından düzenlenen Adli Yıl açılış törenini izlemeye gittiğimde, Cumhurbaşkanlığı görevlileri tarafından içeri alınmadım. Oysa bizzat Yargıtay tarafından davetliydim. Benzer birçok ihlaller yine yaşadım. Sosyal medyada hedef göstermeler, tehditler de eksik olmuyor.”
“Oto sansür yapmıyorum ama temkinli davranmak zorundayım”
Uludağ, “Yaşadığınız yargı süreçleri ve hak ihlalleri sizi oto sansür yapmaya zorluyor mu, haberlerinizi yazarken üzerinizde baskı hissediyor musunuz” sorumuza ise şu cevabı verdi:
“Yazdığım haberler nedeniyle dava veya soruşturma açılması elbette rahatsız edici bir durum. Ancak buna rağmen asla oto sansür uygulamıyorum. Bugüne kadar bunu yazarsam başım belaya girer deyip yazmadığım bir haber olmadı. Ancak elbette yazarken temkinli olmak zorundasınız. Kullandığınız dile dikkat etmek, karşı tarafa koz verecek hatalar yapmamaya da özen göstermek zorundayız.”
“Meslek örgütleri, durum tespitinden öteye gitmeli”
Türkiye’de tutuklu, yargılanan veya hak ihlalleriyle karşı karşıya kalan gazeteciler için hak savunuculuğu faaliyeti yürüten meslek örgütleriyle ilgili düşüncelerini de aktaran Uludağ, bu çalışmaların önemli olduğunu ancak yeterli olmadığını söyledi.
Uludağ, “Basın meslek örgütlerinin bu çalışması önemli. Ancak bu durum, durum tespitinden öteye gitmiyor. Türkiye’de temel sorun, basın meslek örgütlerinin hak ihlallerine karşı demokratik haklarını kullanmaktan çekinmesi. Örneğin her gün sokakta gazeteciler engelleniyor, RTÜK muhalif kanallara cezalar veriyor, Basın İlan Kurumu gazetelere keyfi olarak ilan kesme cezası uyguluyor. Kocaeli’nde gazeteci Güngör Arslan öldürüldü. Yine birçok gazeteci saldırıya uğradı. Peki, basın meslek örgütleri birleşip protesto gösterisi, yürüyüş yapabildi mi? Hayır, işte temel sorun da buradan başlıyor” diye konuştu.