“Ne Sığınmacılar Ne De Sığınmacı Kadınlar Salgında Önceliklerden Biriydi”
UNHCR (Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği Bürosu) salgın süresince mülteci kadın ve kız çocuklarının durumunu ‘birleşen talihsizlikler’ olarak adlandırıyor. Pandemi gibi olağandışı zamanların dışında da tüm şiddetiyle hissedilen cinsiyet temelli ayrımcılık, mülteci kadın ve kız çocukları için çok daha zor ve yıpratıcı.
2 yılı aşkın süredir en önemli gündem maddelerimizden biri olan Covid19 pandemisiyle birlikte hayatımıza giren sokağa çıkma yasakları, işten çıkarmalar ve işsizliğin sebep olduğu ekonomik bunalımlar, cinsiyet temelli ev içi şiddeti artırdı. Başta kadın ve kız çocuklarının eğitim, sağlık, barınma gibi temel haklara erişimleri kısıtlanırken sığınmacı hakları büyük oranda görmezden gelindi.
ÖZLEM ATEŞ
Sığınmacı kadınların ev içi emeği artış gösterdi
İGAM (İltica ve Göç Araştırmaları Merkezi) Vaka Yönetim Sorumlusu Sümeyra Ceylan Dolanbay pandemi dönemindeki şartları şöyle anlatıyor:
“Cinsiyete dayalı şiddet pandemi gibi kriz zamanlarında ekonomik sıkıntıların da ortaya çıkmasıyla pekişiyor. Salgınla birlikte kadın ve kız çocuklarının ev içi emeği de artış gösterdi. İşten çıkarıldıktan sonra yenilerini bulamayan birçok sığınmacı oldu. Hala işsiz olan birçok insan var. İş bulamayan erkekler evdeki popülasyona eklendiler ve kadınlar bu süreçte çok yıprandı.”
Sığınmacı ailelerde de diğerleri gibi bakım sağlayan rolünde genellikle kadınların olduğuna dikkat çeken Sosyal Hizmet Uzmanı Dolanbay, salgın zamanı hastaneye gitmesi gereken, engelli, kronik rahatsızlığı olan aile üyelerinin daha görünür hale geldiğine ve bu aile üyeleriyle hep kadınların ilgilendiğini söylüyor. Dolanbay, “Kadınlar, kendilerinden önce çocuklarının hijyenini; maske, dezenfektan, çamaşırlarını yıkama gibi ihtiyaçlarını önde tuttu. Erkeklerin, çocuklarının hijyen ihtiyaçları için pandemi süresince bizden dayanışma talep ettiğine hiç şahit olmadım” diyor.
Dolanbay’a göre durum, yalnız yaşayan ve tek ebeveyn olan kadınlar için ise çok daha yıpratıcı. Bu kadınların pandemi öncesi yaptıkları işleri yapamadıklarını ve çoğunun da yeni işler bulmakta zorlandığını anlatan Dolanbay, “Temizlik işçisi olarak çalışan birçok mülteci kadın vardı, işsiz kaldılar. Bu hanelerde huzursuzluk artış gösterdi, kadınlar kendilerine yüklendi. Zaten olumsuz koşullar altında yaşadıkları hayatları daha olumsuz ve kötü bir hal aldı” diyor.
“Çocuklarımızı mültecilik hakkında bilgilendirmeliyiz”
Bütün dünyada ekonomi, savaş, hak ihlalleri gibi nedenlerle mülteci kız çocuklarının büyük bir kısmı eğitimlerine devam edemiyor. Para karşılığında erken yaşta evlendirilmeye ya da çalıştırılmaya zorlanıyor. UNHCR verilerine göre mülteci erkek çocuklarının orta öğretimi tamamlama yüzdelerinin kız çocuklarına göre neredeyse iki kat fazla.
Dolanbay, mültecilik alanında çalışan sivil toplum kuruluşlarının kaynak sıkıntısı ve bu insanlara erişememe gibi sorunlarla karşı karşıya olduğunu belirterek, uyum amacıyla şunları öneriyor:
“Bireylerin çocuklarını mümkün mertebe mültecilik hakkında bilgilendirmesi büyük önem taşıyor. Mülteci çocukların sınıf arkadaşlarıyla iletişim kurabilmesi, benimsenmesi, ötekileştirilmemesi eğitim hayatına devam edebilmesini sağlamakta etkin rol oynuyor. Bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı çocuğunun sınıftaki mülteci bir kız çocuğuyla yakın ilişki kurabilmesi demek o kız çocuğu okuldan alınıp çalışmaya, evlenmeye zorlandığında haberiniz olmasını ve harekete geçebilmenizi sağlar. İhmal, istismar gibi bu tür şiddet vakalarına şahit olunduğunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın 183 sosyal destek hattı ya da şiddet durumlarında 155 hattı üzerinden polise ulaşılarak ihbar edilmeli. Çünkü ekonomik sıkıntısı olan görece eğitimsiz kesimde kız çocuklarının eğitimlerine devam edebilmesi için zaten birçok engel var.”
“Kız çocukları da ev içi emeğe katılmak durumunda kaldı”
İGAM Proje Koordinatörü Berna Köse salgın sürecinin mülteci kadın ve kız çocukları için etkilerinden şöyle bahsediyor:
“Mülteci ailelerin hane nüfus ortalamaları 6. Bazı aileler de tek çatı altında birlikte yaşıyor. Yani kadınlar hâlihazırda ortalama beş kişinin bakımını üstlenmiş durumda. Zaten kadınların üzerine binmiş birçok zorluk salgınla birlikte katlanmıştı. Çocukların da evde kalmalarıyla birlikte yaşça büyük olan kız çocukları hanede bakıma ihtiyaç duyanlar için çalışmaya başladı. Örneğin anne yemek gibi ev işleri yaparken yaşça büyük olan kız çocukları kardeşlerine bakmakla görevlendiriliyor.”
Salgınla birlikte toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin artışının kaçınılamaz bir gerçek olduğuna vurgu yapan Köse, “İnsanlar küçücük evlerde, zor şartlarda yaşam mücadelesi verdiler. Zaten yüksek olan kaygı düzeyi işten çıkarılmalar ve sokağa çıkma yasakları ile daha da yükseldi. Mülteciler arasında da hep var olan toplumsal cinsiyet kaynaklı şiddet pandemiyle beraber katlanarak arttı. Erkeğin eve ekmek getirmesi anlayışı erkek bu görevi yerine getiremediğinde gerilime neden oldu ve bu gerilim ev içi şiddeti artırdı. Aslında mesele tek taraflı da değil. Erkekler, kadınlara cinsiyetlerinden dolayı şiddet uygularken kadınlardaki toplumsal cinsiyet temelli anlayış da erkeklerin işsiz kalıp eve para getirememeleri sonucunda kadınların erkeklere şiddet göstermelerine neden oldu” diyor.
“Sığınmacılar önceliklerden biri değil”
Salgın, Türkiye’de yaşayan mülteciler de dâhil birçok insanın temel ihtiyaçlarını karşılayamamasına neden olurken kamu kurum ve kuruluşları salgın süresince ağırlıklı olarak Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına hizmet verdi.
Köse, “Önceliklendirmeler yapıldı ve en büyük öncelik 60 yaş üstü yaşlılar, engelliler ve kronik rahatsızlıkları olan vatandaşlar oldu. Bunların hiçbiri yanlış değil ama tüm bu destek sağlanırken atlanılan sosyal gruplar var; mülteciler, açık kimlikli yaşlı lgbti+’lar gibi… Örneğin Ankara Büyükşehir Belediyesi uzun süredir kömür yardımında bulunuyor. Ankara’da soba kullanarak ısınma ihtiyacını gideren herkes gibi mülteciler de kömür yardımından yararlanabilirken salgınla beraber bu yardım kesildi, 3 yıla yakın süredir mültecilere kömür yardımı yapılmıyor” diyor.
Salgın boyunca sosyo-ekonomik düzeyi düşük insanlarla çalışan birçok kurumun önceliğinin mülteciler olmadığını söyleyen Köse, pandemi sürecinde STK’lerin devlet ve devletle bağlantılı kurumlardan daha çok mülteciye ulaştığını dile getirdi.
Köse, salgında en çok gündelik, tek seferlik işlerde çalışan mülteci ve sığınmacıların işlerine son verildiğini savunarak, bu insanların geçim kaynaklarına erişim için tekrar bağlantı kurabilmelerinin idealden uzun sürdüğünü belirtiyor.
Zorunlu eve kapanmaların yarattığı ekonomik bunalım, yasakların kaldırılması ve açılmalarla hafiflemeye başlamışken ekonominin kötüleşmesiyle mevcut işlerinde çalışmaya devam eden ya da yeni işler bulan sığınmacılar; aynı şeyi tüketerek daha fazla para harcamak, artan faturalarını yine aynı ücretle ödemek zorunda. Kadınlar da bu gerilimden nasibini alıyor. Parasızlık, var olan toplumsal cinsiyete dayalı şiddeti ve aile içi şiddetli geçimsizliği artırırken çocuklar bu sürece tanıklık etmek zorunda kalıyor.