Toplumsal Cinsiyet: “Üzerimize Giydirilmeye Çalışılan Kıyafet” 

Toplumsal cinsiyet uzmanı Aysun Töngür Katmer: ‘’Toplumsal cinsiyet adaleti diye bir kavram ortaya çıktı. Bu da kurnazlıkla önümüze getirilen bir kavram. Hayır, biz bunu toplumsal cinsiyet eşitliği diye adlandırıyoruz. Çünkü adalet kavramı karşılamıyor şu an savunduğumuz düşünceyi.”

ZÜLEYHA KANDÖKER                                                                                                

Aysun Töngür Katmer

Soru: Toplumsal Cinsiyet Uzmanı, Kadının İnsan Hakları Eğitmeni, Çocuklar için Cinsel Gelişim ve Sağlıklı Teknoloji Kullanımı gibi alanlarda eğitmenlik yapan bir kadınsınız. Tüm bunların yanında aynı zamanda siz bir sanatçısınız da. Uzmanlık alanlarınızdan biraz bahseder misiniz?

Yanıt: Bu biraz yaşamda disiplinlerarası çalışmak ile oldu. Çocukluğumdan beri birçok şeyle ilgileniyordum. Kendimden yaşça küçükleri toplayıp oyun oynatan, oyun kurduran bir çocuktum. Eğitmenliğim biraz o taraftan geliyor galiba. Şarkı söylemeyi de çok seviyordum, çocukluğumdan beridir de konservatuara girmeyi istiyordum. Sonrasında girdim ve konservatuar okuduğum sıralarda eğitmenlik yapmaya başladım. Hem seminerlere katıldım hem de okuldan sonra drama liderliğini aldım. Formasyonumu tamamladım. Okuldan bir yıl sonra kadın çalışmaları alanında Ankara Üniversitesi’nde yüksek lisansımı tamamladım ve toplumsal cinsiyet eşitliği uzmanı unvanımı aldım. Birçok stk’da görev aldım.  12 yıla yakın süredir de Çankaya Belediyesi’nde çalışıyorum. Bir yandan toplumsal cinsiyet eşitliği uzmanı, kadının insan hakları eğitmeni olarak eğitimimi veriyorum bir yandan da sahnede sanatımı icra ediyorum. Aynı anda birçok işi yapmaya çalışıyorum. Elimden geldiği kadar bu şekilde ilerliyorum alanda. 

Soru: Kadının İnsan Hakları Eğitim Programı ile birçok katılımcıya ders veriyorsunuz ve sertifika imkanı sağlıyorsunuz. Bu eğitim programına kimler katılılabiliyor. Yaş veya cinsiyet anlamında herhangi bir sınırlama var mı?

Yanıt: 18 yaş üzeri olanların ve sadece kadın katılımcıların başvurabildiği bir program bu. Kadının İnsan Hakları Yeni Çözümler Derneği’nin verdiği bir ‘’eğitici eğitmenliği’’ programı. Alanda çalışan ve danışmanlık veren kişilere veriyorlar bu eğitimi. Ben de 2016’da aldım. Alanda çalışanlar olarak o zamanlar on beş günlük bir eğitime katıldım ve eğitici oldum. 

Biz eğitimi şu şekilde tasarladık. Bir kitimiz var. Program çerçevesinde on altı hafta boyunca medeni haklar, ekonomik haklar, anayasal haklar, cinsel haklar, doğurganlık hakları, toplumsal cinsiyet, toplumsal cinsiyete duyarlı çocuk gelişimi ile ilgili, feminizm, kadın tarihi ve kadın örgütlenmesi ile ilgili on altı hafta süren benim de kıymet verdiğim bir program bu. İnteraktif bir program olduğu için sayı kotamız var. Her hafta dört saatlik oturumlar şeklinde yapılıyor. Bilgi verdiğim ve karşı taraftan dönüş aldığım bir program. Ben bu eğitimi 6 yıldır veriyorum ve şu anda altıncı grubumu açtım. 

Soru: Toplumsal cinsiyet eşitliğini anlatmak için çeşitli platformlarda konuşmacı olarak yer alıyorsunuz. Nedir toplumsal cinsiyet kavramı? Açıklar mısınız?

Yanıt: Ben toplumsal cinsiyeti, üzerimize giydirilmeye çalışılan kıyafetler olarak tanımlıyorum. Kadınlara, erkeklere ama sadece onlara değil tabi farklı cinsiyet yönelimi olan bireylere de yüklenilen rollerdir. Onların toplum içerisinde nasıl davranacağına, konuşacağına kadar denetim sağlayan rol kalıpları anlamına geliyor.

Toplumsal cinsiyet eşitliği derken ise özgürlüklere, fırsatlara, haklara erişimdeki eşitlikten söz ediyoruz. Gece 3’te sokakta yalnız yürüdüğümüz için bizler kaygılanırken, bir erkek bireyin sokakta benim kadar kaygılanmadığından söz ediyoruz. Eşitlik kavramı aslında bizim anayasamızın 10’uncu maddesinde de var. Bütün insanlar eşittir diyor. Ama bizim problemimiz uygulamalardaki eksiklik. Birtakım uygulamalar var ama eksikliğimiz de var. Bizde etkin bir şekilde uygulanmıyor toplumsal cinsiyet eşitliği. Özellike son zamanlarda maalesef laikliğe de karşı birtakım girişimler söz konusu oldu. Bu nedenle aslında toplumsal cinsiyet eşitliği kavramına inanmayan açıklamalar da yapıldığı için ülkemizde birtakım zorluklar yaşadığımızı düşünüyoruz. Toplumsal cinsiyet temelli şiddeti karşımızda buluyoruz. Dolayısıyla yılda 350-400 kadının öldürüldüğü bir ülkede toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarını çok kıymetli buluyorum.

Eğitimde sağlıkta istihdamdaki %75 erkek %25 kadın çalışanların oranları gösteriyor ki bizler eşit çalışmıyoruz ve eşit haklara da sahip değiliz. Şirketler, kurumlar açıklama yapıyor ve şöyle diyorlar bizler istihdam olarak yarı yarıya eşitliği sağladık. Bir bakıyoruz ki kadınlar daha çok temizlik görevlisi, çay personeli olarak istihdam ediliyor. Yani kadınlar yönetim içerisinde çoğunlukla yer almıyor baktığımızda. Sayı olarak bir veri değildir toplumsal cinsiyet eşitliği.

Soru: Bizler toplumsal cinsiyet rollerini ne zamandan itibaren öğrenmeye başlıyoruz? Bu roller sonraki yaşantımızda cinsiyetler olarak bizde nasıl bir karmaşıklığa ve zorluğa sebep oluyor? Özellikle de kız çocukları ve diğer dezavantajlı dediğimiz LGBTİ+ çocukların konumundan bakarsak?

Yanıt: Doğduktan sonra değil, aslında doğmadan önce almaya başlıyoruz biz bu rolleri. Çünkü onlar doğmadan çok önce odası düzülmeye başlıyor. Renklerle başlıyor o rol kavramları. Ya da anne karnında ebeveynler oğlum kızım şeklinde sevdikleri için doğduğundan itibaren de cinsel üreme organları ile birlikte öyle adlandırılıyorlar. Bir birey, bir bebek şeklinde değil de kızım oğlum diye seviliyor bebekler. Ve sonrasında alınan oyuncaklar, renkler, bütün o atasözleri, medyada gördükleri, okulda öğrendikleri kitaplardan ve aslında oyunlarda ayrıştırmayla başlanıyor bu süreç. Ülkemizde ataerkil sistem hakim olduğu için bizler de bunun dezavantajını yaşamış oluyoruz. 

Özellikle kız çocukları ve LGBTİ çocuklar açısından; bir kere ‘yapamam’ diye düşünüyorlar, çünkü ‘kızlar yapamaz’ deniliyor onlara. Kendimden örnek verirsem bana da kızlar ağaca çıkmaz, gece sokağa çıkmaz, pantolon giymez, kızlar öyle sakız çiğnemez, öyle bağırmaz, gülmez, çok konuşmaz denildi. Eminim size de sorsam yüzlerce örneği siz de verirsiniz. Çocuklar büyürken bunları duyarak modelleyerek dış seslerle öğreniyor, görerek öğreniyor. Ben bunları duyduğumda böyle olması gerektiğini ve dünyanın da böyle olduğunu düşünüyordum. Haliyle sorgulamadan da büyütülüyoruz. Ben sorgulayan bir çocuktum. Ben de dezavajtajlı olarak başladım. Abime yemek verilirken bana sen yemeği getir, çay servisini sen yap denildi, o dışarda oynarken. Ona doğarken verilen hakları ben böyle kazıyarak aldım. Toplumda kız çocukları bu şekilde büyütülüyor. Bakım emeği bizde kız çocuklarına veriliyor, okumaları engelleniyor, erken yaşta zorla evlendirilmeyle karşı karşıya kalabiliyorlar. O yüzden toplumsal cinsiyet kavramı büyürken hepimizin uçurumlara gitmesine sebep oluyor. 

LGBTİ+ bireyler de kendi beden bütünlüklerini tam o sosyalleşme zamanları olan 70-72 aydan itibaren algılamaya başlıyor ve şunu fark ediyorlar ‘kızlardan hoşlanmam gerekiyor ama hoşlanmıyorum’ ya da ‘oğlan bedenim var ben erkeğim ama ondan hoşlanmıyorum’ diyor. Kendini soyutlamaya başlıyor. Bir süre sonra dışlanmış, tehdit edilmiş hissediyor ve ataerkil toplumda erkek yüceltildiği için ‘kız gibi’ denilerek hakarete maruz kalabiliyorlar. Tam olarak kendini ifade edemeyen, haklarından yoksun bireyler olarak yetişiyorlar. Yani bu şekilde eğitim hakkı, ekonomik hakkı, yaşam hakkı yok sayılıyor. Bunların hepsi toplumsal cinsiyet temelli birer haktır.

Soru: Kendinizi kadının insan hakları eğitmeni olarak tanımlıyorsunuz. Toplumsal cinsiyet eşitliği hakkı, kadın ve LGBTİ+ hakları olarak mı görülmeli yoksa genel anlamda insan hakları mı?

Yanıt: İnsan hakları kavramı erkekler tarafından yazılmıştır. İnsan hakları kavramı kadınların özel ihtiyaçlarını karşılamıyor. O nedenle kadının insan hakları olarak tanımlıyoruz biz. LGBTİ hakları, kadın hakları diyebiliriz evet. İnsan hakları kavramı, onları genel anlamda tanımlayamadığı tam karşılayamadığı için kadının insan hakları diyoruz ama sadece kadınlara özel değil LGBTİ bireylerin de haklarını görmeye çalışıyor. LGBTİ haklarını konuşacaksak da masada onların da bireyi olmalı. Ben onların yerine konuşmamalıyım. Kadın hakları, insan hakları ya da engelli hakları meselesinde de öyle. Erkekler bizim adımıza konuşmuşlar. Benim haklarımı da o nedenle savunamazlar. 

Soru: Toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlamak adına yapılan birtakım uygulamalar oldu. Şirketlerin kadın kotası koyması, belediyelerin babalık iznini artırma ya da ‘’pembe otobüs’’uygulamaları. Bunları göz önüne alırsak toplumsal cinsiyet eşitliği Türkiye’de nasıl algılanıyor?

Yanıt: Ben buna şöyle diyorum yapay bir şekilde tabiri yerindeyse ayrımlar üretiliyor. Bunların hepsi yapay ayrımlar. Deniliyor ya biz eşit olamayız kadınlarla. Biz böyle bir fiziksel eşitlikten söz etmiyoruz ki. Bununla ilgili birçok kaynak var. Bu, kaynaklara bakılmaksızın altı boş bir şekilde yapmış olmak için yapılan birtakım uygulamalar. Sizin de belirttiğiniz gibi belediyeler yapıyor, bakanlıklar yapıyor, zaman zaman şirketler de yapıyor ama benim burda bu uygulamalar ek söylemek istediğim biz, bir kere fiziksel bir ayrımdan ya da eşitlikten söz etmiyoruz. Ayrımcılığın hiçbir türlüsüne onay vermeyen bir yerden söylüyorum. Ben her şeyi herkesi kapsayan bir yerden konuşmaya çabalıyorum. Herkesin eşit haklara sahip olması gereken bir yerden konuşuyorum. 

Herkesin erişime eşit bir şekilde ulaşmasını söylüyoruz ama burada yeni bir söylem de çıktı ‘toplumsal cinsiyet adaleti’ diye bir kavram, bilmiyorum duydunuz mu? Şunu söylüyorlar ‘toplumsal cinsiyet eşitliği demeyelim de biz buna toplumsal cinsiyet adaleti diyelim’. Çünkü eşitlik kelimesinin hepsini kapsamadığını dile getiriyorlar. Bu da kurnazlıkla önümüze getirilen bir durum. Neden tepki gösteriyorsunuz diye soruyorlar. Hayır biz bunu toplumsal cinsiyet eşitliği diye adlandırıyoruz. Çünkü adalet kavramı karşılamıyor şu an savunduğumuz düşünceyi. Cinsiyet adaleti demiyoruz cinsiyet eşitliği diyoruz.

Belediyelerin yaptığı birtakım çalışmalar var. Birçok belediyede eşitlik birimleri var ve eşitlik çalışmaları yürütüyorlar. Ama diğer yandan pembe otobüs, pembe taksi, pembe vagon gibi uygulamalar da yapılmaya çalışıldı. Kadınlar, STK’lar, feministler tepki gösterdi ve geri çekilen de oldu çekilmeyen de. Bu şuna benziyor; eğer ben pembe vagona değilde diğer vagona binsem o zaman da olası bir tacizde neden kendi vagonuna binmedin gibi suçlayıcı konuşmalara sebep oluyor. Bunlar kadınları ötekileştiren, kadınları fail gösteren bir söylem. Tecavüzün tacizin şiddetin tek suçlusu faildir. Bu uygulamar aslında toplumsal cinsiyet eşitliği çalışmalarına ve Türkiye’de kurulan erkeklik çalışmalarına da birer darbedir. 

Soru: Toplumsal cinsiyet eşitliği eğitiminin zorunlu ders olarak okutulması talebi yıllardır dillendiriliyor. Çünkü toplumsal cinsiyet okullarda yani eğitim sisteminde devam ediyor. Bu konunun devlet politikası haline gelmekten çok uzak olduğu bir dönemde toplumsal cinsiyet eğitimi nasıl verilecek?

Yanıt: Ben ailede başlanılması gerektiğini vurgulamak istiyorum. Bu röportajı okuyacaklar için önerim, buradan başlanabilir. Toplumsal cinsiyet, insan hakları ile ilgili çok güzel eğitim kaynakları var. Uluslararası af örgütünün feminist alfabe diye çok güzel bir oyun seti var. Onu edinebilir aileler. Ebeveynler kendileri okuyarak toplumsal cinsiyet yargıları ile önce kendileri yüzleşecek sonra çocuğa bunu aktaracaklar. Çünkü kendileri ne kadar toplumsal cinsiyet eşitliği kavramıyla dolular, ayrımcılık nerede başlıyor onunla yüzleşmeleri gerekiyor. Biz çocuklara rehber model olduğumuz için önce evdeki cinsiyet rollerini değiştireceğiz. Ben evde sürekli temizlik yapan bir kadını gösterirsem eşitlik kavramından istediğim kadar bahsedeyim, kız çocuğu beni hep temizlik yapan yemek yapan bir kadın olarak, babaları da oturan televizyon izleyen erkek olarak gözleyecek. Bir kere ebeveynler olarak doğru modeller olacak doğru modeller oluşturacağız. Sonrasında okul öncesinden itibaren toplumsal cinsiyet farkındalığı için çalışmalar yapılacak. Ben kreşlerde yaptım bunu. Üç dört yaştan itibaren biz verebiliriz bu eğitimi. İlkokullarda öğretmenlerin renkleri ayırmayarak çocukları kız erkek şeklinde ayrı ayrı oturtmayarak karma şekilde eğitim vererek bunu sağlaması gerekiyor. Bütün fakültelerde özellikle de eğitim fakültelerinde kesinlikle cinsiyet eşitliği dersi olmalı. Bunun için de aslında devlet politikası olması gerekiyor. Biliyorsunuz 15 Temmuz’dan sonra birçok insan hakları çalışanı, gazeteci sıkıntılar yaşamaya başladı. 

Bu konu devlet politikası olmak durumunda. Bizim savunduğumuz şey eşitlik, insan hakları ve sağlıklı bir şekilde bireyin yetişmesi. Bizim anayasamız zaten bunu söylüyor, ben hep bunu vurguluyorum. Anayasadan farklı bir şey söylemiyoruz. Eşitsek eğer eşitlik çalışmalarının her kademede olması gerekiyor. Okul kitaplarında ders kitaplarında cinsiyetçi ifadelerin atasözlerinin, masalların hepsinin kalkması gerekiyor. Çünkü bütün masallarda kız çocukları kurtarılacağını düşünüyor, erkek çocuklar da kendilerinin kurtarıcı olduğunu düşünüyor. Bu bilinçaltı ile büyüyorlar. Hepsinin değişmesi dönüşmesi gerekiyor. 

Masal kitabı mı aldınız, okurken değiştirin diyorum velilere. Kız çocuklarına ‘sen de ata binebilirsin büyüyünce’ ya da çocuklara kadın kahramanların da var olabileceğini söyleyin. Çocukları bu şekilde hep yönlendirmek gerekiyor. Ordan başlarsak eğer adım adım gittiğimizde bütün kademelerde toplumsal cinsiyet kavramını güçlendirmiş olacağız. O zaman mesleklerini de doğru seçecekler, istihdamda doktor olabileceğini mühendis ya da pilot olabileceğini düşünecek kişi. Kız çocuğu ‘bu erkek mesleği’ demeyecek. Toplumsal cinsiyet kavramı meslekleri de ayrıştırmış öğretmenlik hemşirelik kadın mesleği, mühendislik doktorluk erkek mesleği. Bunlarla nasıl mücadele edeceğiz biz? alanda çalışmayı sürdürerek ve sistemin içerisinde bir şekilde ilerleyerek. İnsan hakları çalışanları olarak bizler bireylerin eşit özgür bir şekilde yaşayabilmesini istiyoruz. Bunlar çok ideal istekler ve yasada da hakkımız olan istekleri konuşuyoruz.