Nefret Suçuna Karşı Ortak Dil: “Vazgeçmeyeceğiz”
Kadınların ve LGBTİ+ bireylerin uğradığı cinsel şiddet, taciz ve nefret suçuna karşı mücadele eden örgüt ve aktivistler mücadele alanını genişleterek, hem kadın hakları hem de toplumsal cinsiyet eşitliği için farkındalık oluşturmaya ve kendilerine yer bulmaya çalışıyorlar.
ŞİRİN BAYIK
Eşik Platformu genel içeriğiyle çocukların cinsel istismarı, İstanbul Sözleşmesi, kadına yönelik şiddet, cinsel eşitsizlik gibi pek çok alanda mücadele yürüten oluşumlardan biri.
Platform, İstanbul sözleşmesinin kaldırılma söylemlerinin dillendirildiği süreçte Eşik adını alarak kuruldu. Toplumu genel olarak cinsiyet eşitliği iddiasının gerisine götürecek yasal düzenlemelere karşı bir mücadele örgütlemeye çalışıyor.
Eşik Platformu gönüllüsü Özgül Kaptan, platformun 300’ün üzerinde kadın örgütlenmesi, çeşitli sivil toplum kuruluşlarının kadın grupları, LGBTİ+ örgütler ve çok sayıda da bireysel aktivistin katılımıyla oluşan bir yapı olduğunu anlatıyor.
“Toplumsal üst yapıda oluşan hasarların iyileşmesi, cinsiyet eşitliğinin tüm topluma yayılması için ne kadar bir arada durabilirsek o kadar güçlü mücadele edeceğiz” diyen Kaptan, aslında kendilerinin gündem belirlemek istediklerini ancak buna imkanları olmadığını belirtiyor. Kaptan şöyle konuşuyor:
“Çünkü sürekli art arda gelen cinsiyet eşitliğine yönelik hem toplumsal alanda hem de yasa anlamında tehdit edici geriye düşüşler yaşandı. İstanbul sözleşmesi bunun en büyük örneği oldu. İstanbul sözleşmesinin neyi koruduğu öğrenildikçe destekler yüzde 80’çıktı.”
Kaptan, eşitlik meselesinde cinsel eşitsizliğin her türlü eşitsizliğin önünde olması gerektiğini söyleyerek, bunu şöyle anlatıyor:
“Sadece kadın cinayetleri olduğu için değil, kadınlar hem istihdamda hem eğitimde geride. Hem ekonomik kriz dönemindeyiz bir sağlık krizi ile karşı karşıyayız. Aslında tam olarak çöküş içindeyiz. Bu çöküşte kadınlar veya çocukların durumları çok daha kritik. Bunu dikkate alarak toplumsal cinsiyet eşitliğinin önce kısa vadede sonra uzun vadede sağlanması gerekiyor.”

Medyanın Tutumu
Medyanın kadın cinayetlerini büyük oranda görmezden geldiğini iddia eden Kaptan, medyada var olma mücadelesi verdiklerini belirtiyor.
Kaptan şöyle konuşuyor:
“Mevcut medya dilinin genel olarak toplumsal cinsiyet eşitliği diline hakim yapı olduğunu söylemek zor. Bu yönde epey ilerlemiş, kendimize yakın hissettiğimiz eşitlik diline saygılı yayınlar var. Fakat konvansiyonel mecralarda zaten kadınlar yok ve çok ayrımcı bir dil var. Daha önce İstanbul sözleşmesini kaldırabilmek için medyada LGBTİ+ düşmanlığı yapıldı.”
Medyanın kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin arka planındaki eşitsizliğe dayalı bir toplumsal cinsiyet eşitsizliği bütünü gören bir dil kullanılmadığını söyleyen Kaptan, “Örneğin bazı kadın örgütlerinin istatistikleri doğrultusunda kadınların en çok boşanmak istedikleri için öldürüldüğü ortaya çıkıyor. Fakat bunu haber dili içinde pek göremiyorsunuz. Kriminal bir dil kullanılıyor” diyor.
Dayanışmanın kadın hali
Dayanışmanın Kadın Hali Derneği (Dakahder) ise 2018’de bir grup genç kadın tarafından Diyarbakır’da kurulmuş ve cinsiyet ya da cinsel kimliği dolayısıyla ayrımcılığa maruz bırakılmış herkesle dayanışma gösteriyor.
Toplumsal Cinsiyet eşitliği üzerine çalışmalar yapan dernek, genç kadınları akademik olarak hatta iş hayatlarında da güçleneceği destekler vermeye çalışıyor.
Dakahder gönüllüsü Berivan Öztürk, sahadaki durumu “Şiddet ne yazık ki çok yaygın bir araç. Ve genelde bir şiddet vakası ancak fiziksel türde ve sağlık raporu alıp şikayetçi olunduğunda veri olarak kaydedilmiş oluyor. O kadar yaygın ve kanıksanmış ki insanlar maruz bırakıldığı şeyi ‘şiddet’ olarak tanımlayamayabiliyor” sözleriyle anlatıyor.
Azımsanmayacak oranda kadının sistematik olarak şiddete maruz bırakıldığı halde şikayetçi olmadığını, şikayet mekanizmalarını kullanmaktan korktuğunu ya da işlevsiz olduğuna inandığı düşüncesiyle başvuru yapmadığını belirten Öztürk, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Mevcut kadın politikaları, İstanbul Sözleşmesinin kaldırılması, 6284 sayılı kanunun etkin uygulanmaması, şiddetin ve cinayetlerin büyümesine sebep oluyor. Keza LGBTİ+ ‘lar hakkında bir terör örgütünden bahseder gibi bahsedilmesi de özünde nefreti, şiddeti büyüten durumlar.”
Yaygın Ve Sistematik Nefret Suçunda Artış
Diyarbakır Barosu LGBTİ+ hakları komisyonu üyesi Avukat Okan Altekin, Türkiye’de uzun bir süredir, özellikle son üç dört yıldır LGBTİ+’lara dönük yaygın ve sistematik olarak nefret söylemi ve nefret suçlarında artış olduğunu belirtiyor.
Altekin, bunun en büyük nedeni olarak nefret suçlarıyla mücadele etmesi gereken üst düzey devlet yöneticilerinin negatif veya pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklandığını ifade ederek, şöyle konuşuyor:
“Bu yükümlülükleri yerine getirmek bir yana bizzat hedef gösteren açıklamalarda bulunuyorlar. Dolayısıyla son dönemde KaosGL’nin yapmış olduğu araştırmaya göre bu tür nefret söylemleriyle birlikte LGBTİ+’lara yönelik şiddetin arttığına dair rapor hazırlandı. Bu tür söylemlerin nasıl sonuçlar doğurduğunu ortaya koyuyor. LGBTİ+’lar herhangi bir saldırıya maruz kaldığında kimliğinin ifşa edilmesinden çekiniyor ya da oradaki kolluk personelinin ya da diğer adli mercilerin ona olan yaklaşımından endişeleniyor. Dolayısıyla başına gelen herhangi bir vakayı taşıma konusunda ciddi endişeler taşıyor. Bunun da pek çok haklı nedeni var.”
“Nefret Suçu İşleyenler Cezasız Kalacaklarını Düşünüyor”
Özellikle 2014’ten sonra pek çok LGBTİ+ dernekleri ve topluluklarının oluştuğunu belirten Altekin, bu yıl Diyarbakır’da 21 LGBTİ+ bireyin topluluk ağı bileşenlerine başvurduğunu söylüyor.
Altekin, bunun şimdiye kadar onların tespit ettiği en yüksek sayı olduğunu belirterek, bir de kendilerine yansımayan duruşmalarda, barolarda zorunlu müdafilik yapmış meslektaşlarının ilettiği bilgiler olduğunu belirtiyor. Altekin, şunları kaydediyor:
“Kişi başvuru yapmıyor ama hak ihlaline uğradığı görülüyor. Bu tür vakalar da oluyor. LGBTİ+ bireylere karşı nefret suçu işleyenler cezalarını çekmeyeceklerini düşünüyor. Nefret söyleminde bulunanlar biz de bu kişileri dövdüğümüzde ya da onlara yönelik bir suç işlediğimizde cezasız kalabileceğini düşünüyorlar.”
“Şikayetçisin Aynı Zamanda Failsin”
Altekin, kolluk personelinin bu bireylere karşı tutumu ile ilgili olarak son derece olumsuz bir değerlendirme bulunduğunu belirterek, durumu şöyle anlatıyor:
“Raporlara da en çok yansıyan “En çok kimden hak ihlallerine uğradınız?” diye sorduğumuzda en başa kolluk kuvvetlerini koyuyor. Ya da bulundukları mekanın idarecisini söylüyor. Örneğin hastanede doktoru, hemşireyi, özel güvenliği söylüyor. Dolayısıyla zaten daha ilk aşamada kişi bunlarla karşılaştığı için mağdur olduğu davayı sürdüremiyor ve adil bir süreç oluşmuyor. Şikayetçi olduğu davada karşı tarafın bir delili olmadığı halde yine de müşteki şüpheli olarak ifadesi alınıyor. Hem “sen şikayetçisin aynı zamanda failsin” gibi bir önyargıyla yaklaşılıyor.”
Bu durumu bütün dosyalar için söyleyemeyeceğini, bazen mahkemelerin olumlu kararlar verdiğini de söyleyen Altekin, “En son karşılaştığımız ODTÜ onur yürüyüşü kararları, nefret cinayetlerinin bir kısmında iyi hal indiriminin uygulanmaması ve bu gibi örneklerin yaygınlaşması aslında yapısal sorunları bu şekilde çözüyor. İyi şeyler de oluyor ama bu yeterli değil ve yapısal sorunların olmadığı anlamına gelmiyor” diyor.
“Ayrımcılık Ve Şiddet Hayatlarının Her Alanında”
Türkiye’nin ilk LGBTİ+ örgütlenmesi olan KaosGL, eğitimden sağlığa, barınmadan çalışma hayatına, insan hakları, kültür sanat gibi her alanda faaliyet gösteriyor. KaosGL gazetesi de LGBTİ+ haklarını merkeze alan habercilik pratiği gösteriyor.
KaosGL Medya ve İletişim Koordinatörü Yıldız Tar, LGBTİ+ bireylerin maruz kaldıkları ayrımcılık ve şiddetin hayatlarının her alanında olduğunu söyleyerek, hazırladıkları son rapordaki sonuçları şöyle aktarıyor:
“Biz her sene LGBTİ+’ları hedef alan insan hakları ihlallerini ayrı ayrı çalışmalarla raporluyoruz. 2020 yılına ait insan hakları raporu şunu gösteriyor; son yıllarda özellikle devletin fail konumda olduğu ihlallerde çok ciddi bir yükseliş var. Neredeyse iki katına çıkmış durumda rakamlar. Bu da LGBT+‘lara işkence ve kötü muamelenin arttığını gösteriyor. “

Yıldız Tar, kimliğinin kabul edilmediği noktada yaşam alanına sahip olmayan LGBTİ+ bireylerin karşı karşıya kaldıkları nefret söylemi ve nefret suçu yüzünden büyük şehirlerde kaybolmaya çalıştıklarını söylüyor.
“Belli bir bölgede nefretin ya da ayrımcılığın daha yoğun olduğunu söyleyemem. Bu durumda doğu ya da batı fark etmiyor. Çünkü her yerden bize ihlal haberleri geliyor. Ve örneğin son üç ayda İzmir’de trans kadınları hedef alan iki nefret cinayeti, beş nefret saldırısı haberi geldi.” diyen Tar, sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Şöyle bir durum var; daha küçük şehirlerde LGBTİ+’lerin var olma, nefes alma imkanı bile bulamayıp, çok yoğun biçimde büyük şehirlere göç etme zorunda bırakıldıklarını görüyoruz. Kimlikleri açığa çıktığında cinayetlere varan şiddetle karşı karşıya kalıyorlar. Büyük şehirlerde nüfus yoğunluğuyla birlikte aslında bu göçün sebebi arada kaynayabilmek ve hayatta kalmak için görünmez olabilmek. Büyük şehirlerde de kimliğinizle var olmak mümkün değil ama gizlenebilme imkanına sahip oluyorsunuz.”

Mücadele Etmeye Devam Ediyoruz
İstanbul Sözleşmesi’nin aslında önemli kazanımlardan biri olduğunu fakat ‘terörize’ edilmiş bir metin haline getirilerek kaldırıldığını belirten Berivan Öztürk, şunları belirtiyor:
“Kadın mücadelesiyle edinilmiş kazanılmış bir hakkımızdı İstanbul Sözleşmesi… Doğrusu kadın örgütleri ve Türkiye’deki feminist hareket bunun mücadelesini yıllardır veriyordu. Sözleşme kaldırılmadan önce etkin uygulanması için mücadele ediyorduk. Hakkında spekülatif söylemler geliştirerek bu ülkenin resmi olarak tanıdığı hukuki bir sözleşmeyi el birliğiyle ‘terörize’ edilmiş bir metin haline getirdiler. Öyle ki bu sözleşmenin kaldırılmaması için eylem yapmayı, hakkında bir şey söylemeyi ‘canavarlaştırdılar’.”
Öztürk, Sözleşme hakkında herkesin bir şey söyleme gereksinimi duyduğunu belirterek, “Tüm bunlara rağmen kadınlar, İstanbul Sözleşmesinden vazgeçmedi, her fırsatta hatırlatıp mücadele etmeye devam ediyoruz. Vazgeçmeyeceğiz” diyor.