Gazetecilerin hukuk mücadelesi: Haber peşinde koşarken sanık oldular 

Adliye koridorlarında haber peşinde koşarken yazdıkları nedeniyle haklarında soruşturma ve dava açılan gazeteciler yargı muhabirliğinin baskı altında olduğunu anlattı. Tehdit edildiklerini, engellemelerle karşılaştıklarını belirten gazeteciler, yürütme ve yargının hukuk kurallarına uyması gerektiğini vurguluyor.  

Türkiye’de gazetecilik zor bir dönemden geçiyor. Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) 2022 Ocak-Nisan Medya Hak İhlalleri Raporu’na göre 28 gazeteci, gazetecilik faaliyetleri nedeniyle cezaevinde. Son dört ay içinde gazetecilere yönelik toplam 102 dava açıldı. 173 haber, beş internet sitesi, 46 video engellendi. 12 olayda 13 gazeteci gözaltına alındı. Medya alanında bu rakamlar karanlık tabloyu ortaya koyarken, haber peşinde koştuğu sırada yargının öznesi olan gazetecilerle konuştuk. Alican Uludağ ve Seyhan Avşar yaşadıkları süreci anlattı. 

GÜLSEVEN ÖZKAN

Uludağ hakkındaki soruşturmalar 

Hakkında birçok soruşturma ve dava açılan gazetecilerin başında uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesi’nde çalışan ardından Deutsche Welle Türkçe’ye geçen Alican Uludağ geliyor.

14 yıldır gazetecilik yapan, Uğur Mumcu Araştırma Gazetecilik yanında Raif Bedevi Cesur Gazeteci Ödülü gibi birçok ödül sahibi olan Uludağ hakkında; adliyeye yansıyan insan hakları ihlalleri, yolsuzluklar, usulsüzlükler ile kapatılmak istenen dosyaları takip ederken yaptığı haber ve paylaşımlar nedeniyle 20’ye yakın soruşturma açıldı. Bunlardan 10’u davaya dönüştü ve sanık durumuna düştü. 8 davada beraat eden Uludağ, 2 davada ise 10’ar ay hapis cezasına çarptırıldı. Kararlardan birisi kesinleşirken, diğeri istinaf aşamasında. Bu davaların ortak yanı ise yapılan haberlerde kamunun ihmalinin yazılması veya bir olayın sorgulanarak gerçeğe işaret etmesi. 

İki kez Terörle Mücadele Kanunu kapsamında yargılanan Uludağ, Ankara Gar katliamında polisin olaydan 11 gün önce IŞİD’in patlayıcı madde temin etme çabasını bildiği, ancak önlem almadığı ve buna ilişkin belgelerin dava dosyasından 1,5 yıl saklandığını yazması nedeniyle İstanbul 2. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılandı ve dava beraatle sonuçlandı. Bir diğer dava ise Cumhurbaşkanlığı Sarayı’na çıkan başsavcıyla ilgili yaptığı eleştirel paylaşım nedeniyle 10 ay hapis cezasına çarptırılması oldu. Bu karar ise halen istinaf aşamasında. Yine ABD’li Rahip Brunson’un tahliye edilmesinin siyasi kararla alındığını yazan haberi nedeniyle Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesi kapsamında yargılanan ve beraat eden Uludağ, Türkiye’de yargı muhabiri olmanın zor olduğunu anlatıyor. 

Yargının iktidar tarafından araç olarak kullanıldığını belirten gazeteci, açılan soruşturma ve davaların, verilen kararların sürekli tartışmalı olduğunu söylüyor. “Yargıda kapatılan dosyaları veya tartışmaları kararları eleştirel yazdığım ve sorguladığım için kolaylıkla dava ve soruşturma tehdidini yaşıyorum. Ankara’da öldürülen bir gencin dosyasının 2 yıldır davaya dönüşmemesini yazdığım için bir savcı, açıkça tehdit etme gücünü kendisinde görebiliyor. Çıkar amaçlı suç örgütleri, mafya ve terör örgütlerinin faaliyetlerini de yazıyorsunuz. Üstü örtülü bu gruplardan tehditler, mesajlar gelmiyor değil” diyerek yaşadığı süreci özetliyor. 

Yargı muhabirliği baskı altında

Yargı muhabirliğinin Türkiye’de baskı altında yapılan bir iş, soruşturma ve cezaevi tehdidinin ise sık karşılaşılan bir durum olduğunu dile getiren Uludağ, “Çünkü, yargı muhabiri en çok hakim, savcı ve kolluk kuvvetleriyle muhatap. Onların bir ihmalini yazdığınız zaman, size kolaylıkla soruşturma açarak karşılık verebiliyor” diyor.

Alican Uludağ

Hukuk devleti ilkesine bağlı, basına saygı duyan yargı mensuplarının varlığına da değinen gazeteci Uludağ haberin öğesi olması konusunda şöyle konuşuyor:

“Hiçbir gazeteci haberin öğesi olmamalı. Ama Türkiye şartları gazetecileri haberin konusu haline getiriyor. Haber takibi yaparken bir anda bir engelleme ile karşılaşıyorsunuz, basın özgürlüğünü kullanmakta ısrar ettiğiniz anda tartışma çıkıyor ve bir bakıyorsunuz ki taraf olmuşsunuz. Çünkü Türkiye’de gazeteciler sürekli olarak kriminalize edilmeye çalışılıyor. Bu basına yönelik sindirme harekatının bir parçası. Kriminalize olan muhabir, kendisini daha dışlanmış hissedebiliyor veya kaynakları korkarak arasına mesafe koyabiliyor.” 

Gazeteciler gerçeğe karşı sorumludur

Türkiye’de gazetecilerin geçmişte de benzer durumlarla karşılaştığını anlatan Uludağ beklentilerini ise şu sözlerle özetliyor:

“Temel mesele, gazeteciliğin anayasal güvence altında olduğunu unutmamak. Gazetecilik bedel ödemeyi gerektirir ve Uğur Mumcu’nun dediği gibi (Gerektiğinde hükümetlere ve güç odaklarına karşı savaşmayı göze alan insan, gazetecidir) Basına yönelik baskı ve sindirmenin olmaması için mevcut hukuk kurallarına yürütme ve yargının uyması gerekiyor. Mevcut hukuk kuralları gazetecinin özgürce görev yapmasına bir parça izin veriyor. Ancak uygulamada hukuk çiğnendiği için engellemelerle karşılaşıyorsunuz. Bu noktada pes etmemek gerekiyor. Haberin üzerine korkmadan, cesaretle gidip bilgiye ulaşmak ve yazmak gerekiyor. Gazeteciler gerçeğe, halka ve vicdanlarına karşı sorumludurlar. Bu sorumluluğun gereği bedel ödenmesi gerekiyorsa o bedel de ödenmelidir. Korkan gazetecinin boynunda görünmeyen prangalar vardır. Bize düşen bu prangaları söküp atmak.” 

Muhalif kurumda çalışmak muhabirler için zor 

Hakkında soruşturma ve dava açılan diğer bir isim Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Metin Göktepe Gazetecilik Ödülü sahibi olan Seyhan Avşar. Cumhuriyet Gazetesi ardından halktv.com.tr için haberler yapan Avşar hakkında açılan soruşturma ve dava sayısı 10’u aşkın. Bunlardan biri ‘FETÖ Borsası’ haberi. İstanbul Adliyesi’nde Türkiye’nin en önemli soruşturmalarını yürüten iki savcının Fettullahçı Terör Örgütü (FETÖ) dosyalarından aldıkları rüşveti yazdığı için önce şüpheli, daha sonra sanık olan Avşar haberi nedeniyle yargılandı. 

Seyhan Avşar

Hakkında diğer bir dava örneği ise, ‘Sözcü Savcısı Sabıkalı Çıktı’ başlıklı haberi. “Düşünün bir savcı Sözcü Gazetesi hakkında FETÖ iddianamesi hazırlıyor. Daha sonra ise Büyükçekmece’ye başsavcı yapılıyor. Ancak bu savcının geçmişi karanlık. 2002 yılında bir çocuğun istismar edildiği dosyada suçsuz olan bir müştekiden yoğurt kutusunda bir araba parası istiyor. Şikayet edilince ise yargılanıyor. Mahkum ediliyor. Ancak mahkum edilmiş olması yükselmesine engel olmuyor. Başsavcı dahi yapılıyor. Bir gazeteci ise bunu ortaya çıkardığı için sanık oluyor” diyerek habere yönelik bilgi veriyor. 

Onlarca yılla yargılanan Avşar, Türkiye’de en sorunlu alanlardan birinin yargı olduğunu düşünüyor. Bu alanda çalışmayı çok sevdiğini; ancak yıpratıcı ve yorucu olduğunu anlatarak’ “Özellikle muhalif bir kurumda çalışmak adliye muhabirleri için çok zor. Bilgiye ve belgeye erişmek yandaş medyada çalışan meslektaşlarımız için çok daha kolay” diyor. Haberin öznesi olmak istemediğini dile getiren gazeteci özetle şöyle konuşuyor:

“Haberlerimle konuşulmak isterim. Ancak sistem seni haberin öznesi yapıyor. Yüzlerce gazeteci yazdıkları haberler dolayısıyla sanık durumunda. Türkiye’de basın özgürlüğünün iktidar tarafından nasıl baltalandığını bu davalar gözler önüne seriyor. Basın tarihine not düşmek açısından da bu davaların haberleştirilmesini son derece değerli buluyorum. Bu ülkede sadece ben değil çok sayıda sanatçı, aydın, yazar hukuk mücadelesi veriyor. Ağır bir faşizmden geçiyor ülke ve bizler bu süreçten nasibimizi alıyoruz. Güçler ayrılığı ilkesinin ne kadar önemli olduğunu bu süreç kafamıza vura vura bir kez daha hatırlatıyor bize. Tüm bunların olmaması için olması gereken belli…”