Ataerkil Bir Düzen: Türkiye’de Akademi

Yükseköğretim Kurulu’nun verilerine göre Türkiye’de 182.532 akademisyen yükseköğretim kurumlarında görev alıyor. Ancak yönetim kadroları başta olmak üzere bu sayının büyük çoğunluğunu erkekler oluşturmakta. Peki, kadın akademisyenler bu ataerkil düzen içerisinde ne gibi sorunlarla karşılaşıyorlar ve bu durum hakkındaki görüşleri ne? 

Araştırma Görevlisi Ceren Damar ve aramızdan koparılan tüm kadınların anısına…

İSMAİL KILIÇ

Kadınlar hayatlarının her alanında olduğu gibi akademide de erkek egemen bir düzen içerisine hapsedilmek isteniyor. Özgür ve özerk olması gereken yükseköğretim kurumları dahi toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinden hissedildiği alanlar arasında.

Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) 2022 yılı verilerine göre 182.532 akademisyen yükseköğretim kurumlarında görev alıyor. Ancak bu sayının sadece 83.298’ini kadınlar oluşturuyor ve akademik kademe yükseldikçe kadın akademisyen oranlarında hızlı bir düşüş görülüyor. 

Dokuz Üniversitede Kadın Profesör Dahi Bulunmuyor

Kadın akademisyenler ancak araştırma görevlisi ve öğretim görevlisi gibi kadrolarda kendilerine yer bulabiliyorken, akademik kademe yükseldikçe kadın akademisyen oranlarında hızlı bir düşüş gerçekleşiyor. Doktor öğretim üyesi, doçent ve profesör gibi kadrolarda erkek akademisyenlerin yoğunluğu net bir şekilde görülebiliyor. Hatta kadın profesörlerin oranı toplam profesörlerin sadece yüzde 33’ünü oluşturuyor ve bazı üniversitelerde kadın profesör dahi bulunmuyor. 

Rektör ve dekan gibi yönetici pozisyonlarında görev alan kadın akademisyenlerin oranı ise yok denecek kadar az. Yalnızca 394 kadın akademisyen rektör veya dekan pozisyonlarında görev alabiliyor. Bunlardan ise yalnızca 17’si rektör olarak görev yapıyor. 

Kadınlar Susmak Zorunda Kalıyor

Haber yazım sürecimizde birçok kadın akademisyen ile görüşmeler gerçekleştirdik. Bireyler sohbetimiz esnasında kariyerleri boyunca yaşadıkları sorunlardan bahsedebiliyorlar. Fakat bu söylemlerin yayınlanması halinde mobbing uygulamaları ile karşı karşıya kalabileceklerini düşünerek, demeç vermekten çekiniyorlar. Bu durum dahi her zaman ‘özgür’ ve ‘özerk’ olarak nitelendirilen akademinin bu nitelemelerden çok uzakta olduğunun bir göstergesi. 

“Kadınlar Akademide Dezavantajlı Bir Konumda”

2005 yılından bu yana Mersin Üniversitesi’nde akademisyen olarak görev alan Öğr. Gör. Ayla Yunusoğlu, bugüne kadar kadın olduğu için herhangi bir ayrımcılığa uğramadığının altını çizerek, “Ben toplumun her alanında her cinsiyetten bireyin eşit olarak temsil edilmesi gerektiğine inanıyorum. Fakat akademide kadın akademisyenler hem yönetici olma hem de akademik yükselme noktasında dezavantajlı bir konumda. Bu durumu resmî kurumlarca yayınlanan istatistiklere baktığımızda da açık bir şekilde görebiliyoruz” diyor.

Lisansüstü eğitimi sürecinde gerçekleştirdiği bir çalışmada da kadın ve erkek akademisyen oranlarını araştırdığını söyleyen Yunusoğlu, o günden bugüne yaşanan bir iyileşme olsa dahi iyileşmenin yeterli düzeylerde gerçekleşmediğini dile getirerek şöyle konuşuyor:

“Çalışmayı gerçekleştirdiğim 2016 yılında yükseköğretim kurumlarında toplamda 67.578 kadın akademisyen, 83.264 de erkek akademisyen vardı. Bugün kadın akademisyen oranında artış yaşanıyor oluşu sevindirici bir gelişme ancak yeterli değil. Oranların birbirine eşit olması gerekiyor.”

“Kadın Yönetici de Görmek İsterim”

Görev aldığı üniversitenin kurulduğu 1992 yılından bu yana bir kadın rektör tarafından yönetilmediğini söyleyen Yunusoğlu, “Göreve başladığım yıllarda yalnızca bir kadın rektör yardımcımız vardı. Rektör danışmanlığı görevini yürüten kadın akademisyenlerimiz var ancak bir kadın olarak hem rektör hem de rektör yardımcılığı görevinde de kadın akademisyenlerimizi görmek isterim. Şu an bir kadın rektör yardımcımız dahi yok” diyor. 

Yönetici kadrolarında görev alan kadın akademisyen sayılarının da oldukça az olduğuna değinen Yunusoğlu şöyle konuşuyor:

 “Dekan kademesinde görev alan kadın akademisyen sayıları da çok az durumda. Şu an görev aldığım üniversitede toplamda 16 fakülte var. Söz konusu 16 fakültenin sadece üçünü kadın dekan yönetiyor.”

“İçimde Taşıdığım Umut Yok Edildi”

Geçmiş yıllarda bir üniversitede akademisyen olarak görev alan ancak yaşadığı sorunların ardından kariyerine özel sektörde devam etmeye karar veren Hediye D., ise yaşadıklarını şöyle aktarıyor:

“Yüksek lisans öğrencisi olarak üniversiteye adım attığım günden, mesleği bıraktığım güne kadar neredeyse her gün yüzüme kadın olduğum için bu mesleği yapamayacağım söylendi. Görev aldığım bölümün, bölüm başkanı kadın akademisyenlerin öğrencileri disiplin altına alamayacağını düşünüyordu. Bunun yanında onlara göre mühendislik de zaten bir erkek mesleğiymiş.”

Yönetici kadrosu tarafından kendisine yöneltilen söylemlerin dozunun her geçen gün arttığını belirten Hediye D. şöyle konuşuyor:

“Her gün maruz kaldığım küçük görmeler ne kadar ileri gidebilir diye düşünüyorken, şahsıma yönelik iftiralar dahi başlandı. Mide bulandırıcı bir şekilde, odama soru sormak için gelen erkek bir öğrenci ile gönül ilişkisi yaşadığım hakkında söylemler yayıldı. Maalesef kırılma noktasını da burada yaşadım. Herkes bir kadın olarak mühendis veya akademisyen olamayacağımı düşünebilir. Ancak bir kadın kimliğine karşı duyulan nefretin iftira noktasına kadar gelebiliyor olması, içimde taşıdığım bütün umudu yok etti.” 

İçerisine mahkûm edildiği düzenin haklarını aramasına dahi izin vermediğini söyleyen Hediye D., “İki seçeneğiniz var. Ya size karşı uygulanan mobbing uygulamalarına boyun eğeceksiniz ya da pes edip gideceksiniz. Maalesef ben ikinci seçeneği seçmek zorunda kaldım. Umarım bir gün bu durumun değiştiği günlere ulaşabiliriz ve bizden sonra gelen nesiller bu tarz sorunlarla karşı karşıya kalmazlar” diyor.